17 Ocak 2013 Perşembe

Pi'nin Yaşamı..ya da "enel hak"




Yann Martel’in 2001 yılında yazdığı ödüllü romandan, Japon senarist, Ang Lee tarafından sinemaya aktarılmış Pi'nin Yaşamı filmi, ilk yarısında Hint kültür ve yaşamından öyküler, Pi'nin bütün dinlere karşı sempatisi, babasının "birini seçmelisin ama ben, bilim derim" şeklindeki nutku, ikinci yarısında ve okyanusun ortasında bir sandalın içinde kaplanla birlikte, babasına "bilim ha, bilim hiç bir şeydir, önemli olan imandır" felsefesini kanıtlamasıyla geçiyor denebilir.. 
filmin aslı sandaldaki pi ve kaplan richard parker hikayesine dayanmasına rağmen ben oraya kadar olan bölümü daha çok beğendim ve daha çok bu bölüm benim ilgimi çekti..
film tabii salt macera filmi olarak algılanmamalı..tam bir semboller ve alegoriler geçidi şeklinde..
ister pi sırtlanı öldürene kadar richard parker'ın ortada görünmemesine ve “Onu ehlileştirmem mümkün değil ama belki terbiye edebilirim” demesine bakarak ona aslında Pi'nin zihninin bir parçası -ya da
nefsi- diyebilirsiniz ki; o zaman ateist olursunuz, ya da kaplanın bir tehdit, bir güç ve mutlak iktidar sahibi olduğu halde Pi'nin yalnızlığı ve çaresizliğinde onu hayatta tutan, hayata bağlayan, ona -dolaylı olarak- destek olan tanrı dersiniz ki; o zaman imanı tam bir inanan olursunuz..

yani hikaye, sonunda da belirtildiği gibi neye inanacağınız filmde anlatılan iki hikayeden hangisine inandığınız ile bağlantılı..

filmde gösterilen ve Pi'nin anlattığı birinci hikayeye inanırsanız tanrı inancınız var, sigortacılara anlattığı vahşi -ve daha gerçekçi gibi görünen- hikayeye inanırsanız tam bir tanrıtanımazsınız..

işin tuhaf tarafı ben tanrı inancı olan ve imanı bütün bir insanken ikinci hikayeye inandım ve şimdi tanrı inancımı sorgulamanın tam sırasıdır diye düşünmekteyim.
eser -Erol Akyavaş'ın geçen yıl 2.7 milyon TL'ye satılan 'En-el Hak' adlı tablosu,

Enel-Hak sözünün kelime anlamı, "Ben Hakkım" demek ise de, burada "Hak'tan gayrı değilim.Hak'kın varlığı yarattıklarını kapsar, onda yüz bulur..diğer bir deyişle "Ben Hak'tan ibâretim" denmek istendiğini biliriz..filmin sonlarına doğru yazara hangi hikayeye inandığını sorduğunda "kaplanlı olan" cevabını aldığında "tanrı da öyle isterdi." denmektedir.evet tabii tanrı da öyle isterdi, çünkü pi öyle olmasını istiyor ve inandığı hikaye o çünkü..

anlatılan iki hikayeden hangisinin doğru olduğuna dair ipucu ise olayı araştıran sigortacıların sorusunda gizli..“Muz denizde yüzer mi?” denediniz mi peki..yüzüyor mu muz..? çünkü yüzerse birinci hikaye doğru ve tanrı var, yüzmezse ikinci hikaye doğru ve tanrı yok...

son olarak ikinci hikayeye inanan ateistlere bir sorum olacak..

hadi yann martel kitabı yazarken, 1884 yılında bir deniz kazasında kurtarma botunda hayatta kalanlar tarafından yenilen denizci richard parker'dan esinlenerek bu ismi kaplana vermiş de; bu kazadan tam 46 yıl önce 1838'de yazdığı bir romanda edgar allan poe' nun deniz kazasına kurban gidip, arkadaşları tarafından yenen bir denizciye verdiği ismin de richard parker olmasına ne diyecekler..şunu da belirtelim ki birinin yenmesi için kura çekilmesi fikri de richard parker'den gelmişti..!

hadi ateyisler..! bunu da açıklayın..m.b.

notum...7.0

güncelleme...
Film, En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü ve En İyi Görsel Efekt oscar ödüllerini kazandı..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ateistlerin delilleri bu kadar basit değil hikayeden delil olmaz
kemik,toprak,taş dır delil,6günde yaratılmadığı ispatlanan evrendir