30 Ocak 2017 Pazartesi

Yaşanmış Bir Hikaye.. Evet, Ben Yaşadım..,

yıl 1981 başları olmalı. ihtilal olmuş, sokağa çıkma yasağı sürmekte.
saat 24.00 den 06.00 ya kadar.
nişanlıyım o yıllar. ben kadıköyde oturuyorum, nişanlım yeşilköyde..
istanbulu bilenler bilir. bilmeyenler için söyleyeyim, eskişehir ile bilecik, izmir ile manisa,
diyarbakır ile mardin ne ise, kadıköy ile yeşilköy de o..!
haftanın bir günü, -genellikle cumartesi akşamı- gidiyorum yeşilköye.
yemeğe.
yemekten sonra aile ile çay kek faslı..
nişanlı ile bakışma, gülüşme.!
sonra geriye dönüş yolculuğu başlıyor.
son banliyö treni ile sirkeciye iniyorum.
yürüyerek galata köprüsünü geçip, karaköyden kadıköy vapuruna biniyorum.
son vapur saat. 23.00 de.. geçtin, geçtin. yoksa yandın..!
hep yetiştim bu heyecanlı yolculuktan sonraki, o son vapura..
taa ki o akşama kadar..!
sanırım tren geç geldi. tam hatırlamıyorum şimdi.
sirkeciden kan ter içinde karaköye koşturdum, ama vapurun arkasından bakakaldım.
karaköyde kalmıştım.!
hemen dönüp müşteri bekleyen taksilerle görüştüm. kimse karşıya geçmek istemiyor.
geçse dönemeyecek geri. 6 saat kadıköyde kalacak.
çaresiz bir otele kapağı atacak, sabah eve döneceğim.
ama karaköy o zamanlar şimdikinden bin beter.
akşam normal bir insan evladının oralarda dolanması bile başlı başına olay.
ki ben nişanlısı ve ailesi ile buluşmaya gitmiş şık, parlak, efendi, genç bir erkeğim o zamanlar.
böyle bir erkeğin o saatlerde karaköyde dolanması, bir kadının dolanmasından farklı değil..
hatta belki daha da tehlikeli, işini bilen bir kadından…!
neyse kış günü, hava soğuk, yağmur pis pis yağıyor.
saat on iki olmadan kapağı bir yere atmam gerekiyor,
ama nesine bakıyorsam doğru düzgün bir otel arıyorum.
hani şimdi yıldız falan desen değil tek yıldız, çeyrek yıldıza razıyım..
ama yok.
sokaklardaki tek tük ayyaş, keş, hippi tipli yabancılar
otellere kapağı atmak için geziniyor ve beni süzüyor bir yandan.
hani “bu nerede kalacaksa, biz de orada kalalım” gibisinden.!
hiç aklımdan çıkmıyor, lağımların açıkta aktığı, izbe bir sokakta,
gördüm onu.!  sokağın tek ışıklı tabelaya sahip oteli.
ROMANİA..!
dedim babam romanyalı. vardır bunda da bir hayır.
içim ısındı birden, bugün afganistanda olsa tek yıldız alamayacak
otel ve daldım içeri.
dalmamla geri çıkmak istemem bir oldu ama, artık son 15 dakikam falan.

çıksam ve başka otelde yer bulamazsam buraya tekrar dönmem imkansız.
resepsiyonda oturan gözleri dalmış gitmiş birkaç tipin, ben içeri girince
faltaşı gibi açıldı göz kapakları.
ben çaresiz “oda var mı..?” diye sordum.
adam “olmasa bile sizin için boşaltırız bir odayı” demedi ama, olmasa derdi, eminim.
var dedi. anahtarı uzattı.  ben göstereyim odayı size dedi. birlikte çıktık.
hani amerikan filmlerinde vardır, hapishaneler.
dikdörtgen şeklinde çepeçevre dört koridorda sıralı hücreler, ortası aşağıdaki avluyu görür.
otel işte o tipte bir eski handan bozma. yerler 150 yıllık yer yer kırık dökük, çökük tahta..
taş merdivenleri çıktık. ikinci katta bir odanın kapısını açtı. beni buyur etti.
odada tek kişilik bir yatak, başucunda bir komodin, tavandan kordonuyla sarkan bir ampul ve bir de kapı arkasına çakılmış askıdan başka hiçbir şey yok.
o anda aklımdan keşke sokakta kalsaydım,
beni askerler götürüp nezarete atsalardı diye geçirdim.
sabah bırakırlardı.. hiç değilse daha güvende olurdum
ama tüm parlak fikirler gibi sonradan geldi aklıma.
birden aklıma annem geldi. kadın beni saat 12 olmadan bekliyor.
gelmezsem meraktan çıldırır.
devir faili meçhuller devri.
benim durumumun meçhul olacak bir tarafı yok o zamanlar,
başımda kavak yelleri esiyor ama, anne, merak eder elbette.
cep telefonunun icadına daha 15 sene falan var.
telefon açmalıyım. odadan çıktım. koridorda odalarının önünde toplaşmış, sohbet eden, sigara içen tiplerin bakışları arasında tekrar lobiye indim.
lobi demek herhangi bir otele, mimarına, mühendisine, duvar ustasından badanacısına kadar herkese hakaret etmek ama, anlayın diye lobi diyorum işte.
adama “bir telefon açabilir miyim..?” dedim.
adam alt raftan çıkardığı telefonu, tezgahın üzerine koydu.
şimdi durum şu;
bu adam ve hemen iki metre ötemde lobide..! oturan 4-5 adamın yanında anneme telefon edip, beni merak etmemesini söyleyeceğim.
hayır, hanım evladı olduğum her halimden belli ama bu;
tam üzerine tüy dikmek olacak.
çıtır çıtır yiyecekler bu gece beni..!
annem telefonu daha ilk çalmasında açtı. ben hızlıca ve olabildiğince kısık bir sesle vapuru kaçırdığımı, karaköyde bir otelde kalacağımı, sabah erkenden geleceğimi söyledim.
ve bu sefer parlak fikrim geç kalmadı. anneme, "babam nöbette mi yine” dedim.
hani babamın asker veya polis olduğunu zannetsinler diye.
kendimle övündüm. çok parlak bir fikirdi.
annemin “sen ne diyorsun..!?”  falan sözlerine aldırmadan, telefonu kapattım.
hızla odama çıktım. kapıyı kapatıp arkasından kilitledim.
o yatağa yatacak değilim ancak, sabaha kadar üzerinde oturmaya razı olduğum
bir sandalye dahi yok odada.
çaresiz kabanımı çıkarıp yatağın üzerindekileri hiç açmadan battaniyenin üzerine serdim.
kaban ile vedalaşmayı da kafama koydum o anda.
uzandım ve ana rahmindeki pozisyona geri döndüm.
tek derdim şu 5-6 saati sağ salim geçirmek ve sabah kendimi bu otelden sokağa atmak.
tahta, derme çatma kapı çaldı.
tak, tak, tak..

devamı var..

Hiç yorum yok: